Bir Munzur Anısı; KALDI 5 CANIM

Kemal Yanar'ın kaleme aldığı ve bir yazı dizi haline dönüşen Bir Munzur Anısı serisi "Kaldı 5 Canım" ile devam ediyor.

Abone Ol

Okuyanlarınız hatırlayacaktır, “ kaldı altı canım” başlığı altında paylaşmış olduğum makalede azgın sel sularından boğulmaktan son anda nasıl kurtulduğumu anlatmıştım…
Her insanın yaşamında karşılaştığı ölümle yaşam arasındaki ince çizgide mutlaka karşılaştığı kılpayı kurtulduğu anlar olmuştur.
İşte o son anlarda şans bazen yanınızda olur bazende maalesef o anları anlatacak fırsatınız kalmamış olabiliyor…
Bir deyim vardır kimine göre; yedi canlı kimine göre dokuz canlı diye
Umarım bu sayı dokuzdur.
Kullanım hakkımız bulunsun yani…
Zira bu sayı yedi ise torbada çok fazla bir hakkımın kalmadığı anlaşılıyor diyerek o haklarımdan bir ikincisini nasıl kaybettiğimi anlatayım…
Yıl 1973 Tunceli lisesi orta kısmında okuyorum, liseye ait yatılı öğrenci pansiyonunda kalıyorum.
O yıllarda korkunç bir siyasi baskı rejimi var, cuntalar, darbeler, idamlar konuşuluyor.
Pansiyonumuzda ani gece baskınları oluyor, gece aramaları yapılıyor odalarımızda, okulumuzun önüne helikopterler iniyor, öğretmenlerimiz elleri kelepçeli şekilde Askeri araçlara bindirilip Diyarbakır işkence hanelerine götürülüyor.
Duvardaki bir yazıdan ötürü karakollarda sabahladığımız oluyor!
Bir Deniz Gezmiş ismi gittikçe dillerde destanlaşıyor, ceza evinden tünel kazıyıp kaçan Mahir Çayan ve arkadaşlarının kaçış güzergahları kızıldere’ye kadar adım adım Takip ediliyor!
Ceza evinden yeni çıkmış Müslüman boksör Muhammed Ali 8. Martta George Freizer’e yeniliyor…
Sonunda birgün;
Pansiyon baskınlarında çeşitli suç unsurlarına ulaşıldığı, duvarlara suç unsuru sloganların yazıldığı, pansiyonun kominist örgütlenme çalışmalarının yapıldığı hücre eve dönüştüğü varsayımı ile kapatılmasına karar verildi…
Okul devam ediyor senenin mart ayı, aile Erzincan’da sene sonuna kadar kalacak yer sorununu  sınıf arkadaşlarımın yanına taşınmakla hallediyorum…
Tunceli’yi bilenler bilir Tunceli’nin üstünde sivri kayalıklı bir tepe vardır arkadaşlarım o tepenin yamacında tek odalı bir gecekondu kiralamış kalıyorlar.
dört kişi senelik 450 tl ödüyorlar. Ben beşinci kişi olarak bu paraya ortak olarak yanlarına yerleştim.
Yamaçta inşaa edilmiş bir dam ev düşünün üzerinde çatı olmayan, taş ve çamurdan örülmüş, sıvası olmayan bir büyük oda.
Arka duvarı toprakl aynı seviyede yani arka duvar toprak gelmesin diye toprağın akıp gelmesini önleyen baraj gibi…
Odanın ortasına kurulu büyük odun sobası odun olmadığından gazete parçaları ve karton parçaları yakarak ısınmaya çalışıyoruz bereket kalın yün yorganlarımız var sarılıp yatıyoruz.
Sadece yatmak uyumak için uğradığımız bir yer işte elektrik de yok!
Hafta sonları ev arkadaşlarım yakın köylerine gidiyor evde ben yalnız kalıyorum, pazar akşamları evden aldıkları 40 tl cep harçlıkları ile dönüyorlar arkadaşlarım, bir iki Lahmacun yedikten sonra para bitiyor.
Haftanın geri kalan günleri ‘ezogelin’ çorbası 75 krş…
İşte yine öyle bir hafta sonu arkadaşlarım gitmiş yalnız kalıyorum
Dışarda acayip bir yağmur var eve erken dönmüş, yamuk yumuk mumlardan yarım kalmış bir tane yakmıştım.
Yatağım arka duvara yaslı
Mum ışığında duvarın ıslanmış olduğunu gördüm, elimle dokunduğumda elim çamur oldu çok kötü su sızıyordu.
Bu duvardan uzaklaşmak gerekir diye düşündüm ve yatağımı ön tarafa evin tek penceresinin bulunduğu ön duvara pencerenin tam önüne ranza ve yatağı ayrı ayrı çekerek yerleştirmeyi başardım.
Derin düşünceler arasında derin bir uykuya dalmışım ki; büyük bir sarsıntı ve üzerime düşen ağırlıklar İle gözlerimi açtım, ellerimle yokladığımda üzerimde kömür kokulu soba boruları olduğunu anladım,
Üzerimden geçip giden sönük sobanın soğuk borusunun düşmesi ile uyanmıştım…
Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum üzerimde boru parçaları, borudan dökülen kömür kokusu, her yer karanlık, yağmur yağmıyor artık diye düşündüm, yağmurun yağmadığını yattığım yerden yıldızları görüyorum ya ondan anlıyorum…
Yatakta yattığım halde yıldızları görüyorum acaba rüyamı görüyorum diye düşündüm. Ayaklarımı yataktan aşağı saldığımda ıslak taşlara basınca duvarın yıkıldığını anladım.
Karanlık yaktığım mumu sobanın üzerinde bırakmıştım, kibrit ne gezer…
El yordamı ile etrafımı tarıyorum içeriye sızan su seslerinden başka çıt yok. 
30-40 m ötede komşular var ama tanımıyorum, bir kaç gün önce bir çocukları bizim evimizi soymuş keçe kalemlerimi götürmüştü😊 
Sonra babası özür dilemiş bizim oğlan sizde bulmuş(!) diyerek gülmüştü.
Sabah olmasını bekledim ortalık biraz aydınlanınca korkunç manzarayı görüyorum. 
ve o korkunç manzarayı şimdi görebiliyor olmamın bir mucize olduğu kanısına varıyorum evet yaşıyorum ki bu durumu görüyorum diye düşündüm…
Çok değil beş metre ötedeki yatağımı öne çekmesem taş yığınlarının altındaki cesedim bir kaç gün bulunamayacaktı, Erzincan’da anneme ve aileye ne zaman haber ulaşırdı?
Sonra hafta sonu iznine giden arkadaşlar geldi
Priket atölyesinde tahta bir kulübede seneyi tamamladık.
O kulübeyi yıllar sonra ziyaret ettiğimde otobüs garı olduğunu gördüm…
Kimine göre kalan dört, kimine göre kalan altı kurtuluş hakkımdan kaçını daha kullandım anlatacağım…
YANAR Kemal